Ahmet Davutoğlu, yeniden baş.akanlık hayali mi kurmaya başladı. Uzun süredir ortalarda gözükmeyen ve çözüm sürecinin Başbakanı olarak bilinen hatta Serok Ahmet diye tanımlanan Ahmet Davutoğlu, Cumhur ittifakına karşı çıktı, Erdoğan’a artık yönetemiyorsun dedi. Ahmet Davutoğlu’nun son açıklamaları dikkat çekti. AKP hükümetlerinin seçimle işbaşına gelen son başbakanı olan Ahmet Davutoğlu bugün Facebook hesabından bir açıklama yaptı. “Partimiz dar ve çıkarcı bir gruba terk edilemez” diyen Davutoğlu, “Cumhurbaşkanı’nın seçimlerin birinci derecede tarafı olarak seçim ortamının gerektirdiği yoğun ve çoğu zaman da sert siyasi polemiklere girmek durumunda kalması, eşit mesafede durması gereken Cumhurbaşkanlığı kurumunun toplumun en az yarısı ile psikolojik bir kopuş yaşamasına yol açmaktadır” ifadesini kullandı. İşte Davutoğlu’nun onlarca mesaj ve eleştiri içeren o açıklaması.
Yerel seçimler sonrası önce eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ardından da eski başbakan Ahmet davutoğlu’nun adeta dili çözüldü, Erdoğan ve hükümetine ve Cumhur ittifakına saydırmalar başladı deyim yerindeyse. Ahmet Davutoğlu’nun son paylaşımları ise yeniden başbakan olmak mı istiyor sorularını akla getirdi.
İŞTE DAVUTOĞLU’NAN FACE ÜZERİNDEN YAPTIĞI O ÇOK UZUN AÇIKLAMANIN TAM METNİ
“Son üç yıl içinde yaşanılan kritik süreçlerde ülkemiz ve partimizle ilgili değerlendirmelerimi ve endişelerimi Sayın Cumhurbaşkanımıza doğrudan sözlü ve yazılı olarak iletmiş, ancak farklı çevreler tarafından art niyetli tartışmalara gerekçe kılınmaması adına kamuoyu ile paylaşmamayı tercih etmiştim” diyen Davutoğlu, “Demokratik başkanlık sistemlerinde gözlendiği gibi Cumhurbaşkanının parti üyeliğine sahip olması bir sorun teşkil etmemekle birlikte genel başkanlık görevinin de aynı kişi tarafından yürütülmesi hem devlet işleyişi hem parti kurumsallaşması açısından sakıncalar doğurmaktadır” uyarısında bulundu.
“Yeni sistemin en asli unsurlarından biri olarak görülen partili cumhurbaşkanlığı uygulaması mevcut Cumhurbaşkanımızın şahsından bağımsız olarak yeniden değerlendirilmeli ve Cumhurbaşkanlığı ile parti genel başkanlığı görevlerinin bir arada yürütülmesinin doğurduğu sakıncalar giderilmelidir” diyen Davutoğlu’nun Facebook hesabından yaptığı paylaşım şöyle:
Ahmet Davutoğlu’nun 31 Mart seçim sonuçları ve içinde bulunduğumuz siyasi şartlara ilişkin tespit ve tavsiyeleri:
“İnsanlık tarihinin en yoğun dönüşümlerinin yaşandığı, toplumlar arası iletişim ve etkileşimin olağanüstü bir hız kazandığı, büyük imkanların ve risklerin aynı ölçüde ve eşzamanlı olarak devreye girebildiği bir tarihi sürecin içinden geçiyoruz. Zamanın ruhu tarihi akışın ivme kazanmış olmasıdır. Önümüzdeki dönemde temel farklılaşma zamanın ruhunu kavrayarak bu ivmeyi yönetenler ile zamanın ruhundan koparak bu akışın içinde sürüklenenler arasında ortaya çıkacaktır. Kendi iç gerilimlerini aşarak tutarlı bir yaklaşım ile zamanın ruhuna uygun bir vizyon belirleyen ülkeler önümüzdeki on yılları hatta asırları belirleyecek bir güce kavuşurken, kendi kısır iç gerilimleri içinde enerjilerini tüketen ülkeler tarihin edilgen unsurları haline dönüşeceklerdir. Son dönemde ulusal, bölgesel ve uluslararası düzlemlerde yaşanan krizler tarihin rahmindeki doğum sancılarıdır.
“Vizyon üretme ve uygulama kapasitemiz daraldı”
Bütün bu süreci yönetebilecek yegane siyasi aktör konumunda olan partimizin de bu komplo süreçlerinde öncü rol oynamış bazı odakların milli iradeyi hiçe sayan tahrik ve manipülasyonları ile enerjisini kendi içinde tüketmeye başlaması hem iç ahengimizi sarsmış hem de vizyon üretme ve uygulama kapasitemizi daraltmıştır.
“Seçilmiş son Başbakan olarak…”
Bugün kritik bir tarihi eşikte bulunuyoruz. Son üç yıl içinde yaşanılan kritik süreçlerde ülkemiz ve partimizle ilgili değerlendirmelerimi ve endişelerimi Sayın Cumhurbaşkanımıza doğrudan sözlü ve yazılı olarak iletmiş, ancak farklı çevreler tarafından art niyetli tartışmalara gerekçe kılınmaması adına kamuoyu ile paylaşmamayı tercih etmiştim. 31 Mart seçimleri ve ardından yaşananlar ile birlikte ortaya çıkan toplumsal ve siyasal tablo partimizin ve ülkemizin geleceği ile ilgili kamuoyuna açık, şeffaf ve sağduyulu bir muhasebenin yapılmasını gerekli kılmıştır. AK Parti’nin 2. Genel Başkanı ve ülkemizin halk tarafından seçilmiş son Başbakanı olarak bu sorumluluk bilinci ile TBMM’mizin kuruluşunun 99. Yıldönümü arifesinde görüşlerimi aziz milletimizle paylaşmayı kaçınılmaz bir görev addediyorum.
“Atılması gereken adımlar kararlılıkla atılmazsa…”
Her şeyden önce tekrar hatırlamak zorundayız ki AK Parti konjonktürel siyasi şartlarda ortaya çıkmış nevzuhur bir siyasi oluşum değildir. Aksine, nesillerin birbirine aktararak getirdiği alın ve zihin terinin, zor şartları aşa aşa oluşan anonim bir birikimin milletle ve tarihle buluşmasının eseridir. Bu nedenledir ki varoluş gerekçesi ve geleceği herhangi bir faninin, sınırlı bir toplumsal kesimin, bir ekonomik çıkar grubunun hatta tek bir neslin kaderine, tercihlerine ve takdirine bağlı değildir ve olmamalıdır. Geriye doğru derinliğine gidildiğinde geçmiş nesillerin emeği, ileriye doğru bakıldığında gelecek nesillerin umutları üzerinde yükselen bu hareket ikbal hesaplarına, gittikçe kabaran egolara ve kısır çekişmelere kurban edilmemelidir.
Hepimiz partimizin yükseldiği zemini tahkim eden geçmiş nesillere ve bugününü omuzlarda taşıyan isimsiz kahramanlara çok şey borçluyuz. Genel Başkan olarak yürüttüğüm 7 Haziran ve 1 Kasım 2015’teki iki genel seçim kampanyasında bu isimsiz kahramanların vefakar yüzlerinde bu büyük mirasın derinliğini görme şerefine nail olmuştum. Şu an bile yağmur altında coşkulu bir şekilde saatlerce meydanı dolduran İzmir Bergamalı kadınlar, Sur’da hain terör örgütünün kazdığı çukurlara karşı verdiğimiz mücadele sürerken Ulu Cami önünde beni bir miting kalabalığı ile karşılayıp kucaklayan yiğit Diyarbakırlılar, Sancaktepe’de mitingimizde ellerini göğe doğru kaldırarak dua eden yaşlı İstanbullu amcalar, bir gece karanlığında Karadeniz’in coşkusunu meydana taşıyan muhabbet yüklü Trabzonlular ve beni 7 Haziran’daki hüzünde de 1 Kasım’daki coşkuda da vakarla Ankara’ya uğurlayan aziz Konyalılar ve 81 ilde beni kucaklayan ülkemin vefakar insanları gözlerimin önündedir.
“Ağır sorumluluğun yükünü omuzlarımda hissediyorum”
– Siyasi hareketleri ve partileri tarih sahnesinde başat aktör kılan beş temel unsur vardır: (i) kendi içinde tutarlı bir ilkeler ve değerler manzumesi, (ii) bu değerler manzumesinin ruhu ile uyumlu bir söylem, (iii) toplumun her kesimine açık bir sosyal ilişkiler ağı, (iv) bu ağı etkin bir şekilde yöneten sağlam bir teşkilat yapısı ve (v) zamanın ruhuna uygun politikalar geliştirilebilmesini sağlayan özgür düşünce ve ortak akıl.
– Partimizi siyasi tarihimizdeki diğer partilerden ayırt eden ve uzun iktidar dönemlerimize zemin oluşturan sır bu temel özelliklerde gizlidir. Ancak son yıllarda yaşananlar bu temel özelliklerde ciddi bir zaafiyetin yaygınlaşmakta olduğunu ortaya koymuştur. Son olarak mahalli seçim sürecinde ve sonrasında her açıdan gözlenen savrulma ve dağınıklık aslında bu zaafiyetin yansımalarıdır.
“Kutsal değerlerimizin siyasi çıkarlar uğruna hoyratça kullanılması üzerine düşünülmeli”
– Öncelikle siyasi ahlakın temelini dokuyan ilkeler ve değerler konusunda söylemde ve eylemde yaşanan sapmalar toplumsal vicdan ile buluşulmasını engelleyen en önemli bariyerdir. Ben-merkezci kibirli bir dil ile tevazudan kopuş, mahviyet vurgusu yaparken en küçük birimlerdeki siyasilerin bile adlarını sokaklara, okullara ve binalara verme yarışı içine girmeleri, sürekli görünür ve bilinir olma dürtüsüyle gündeme gelmek için her türlü çabanın gösterilmesi, kullanılan dil ile sergilenen tavır arasındaki uçurumun alabildiğine açılması, kutsal değerlerimizin siyasi çıkarlar uğruna hoyratça kullanılması, alınan görevlerin kişiye has olduğu unutularak bütün bir aile ve çevrenin etki kurma çabaları, siyasi rakip görülen kişilerin yıpratılması için sosyal medya operasyonları dahil her türlü iftiranın yaygınlık kazanması, bir ömrünü bu davaya adamış ve ortak mücadele vermiş insanların toplumsal itibarlarının yok edilmesine dönük ithamlara sessiz kalınarak dolaylı destek verilmesi ve geçmişte en önemli değerimiz olarak gördüğümüz vefa duygusunun ciddi şekilde zedelenmesi üzerinde açık yüreklilikle düşünülmesi gereken hususlardır.
– Devlet milleti oluşturan insanların ortak iradesinin tecessüm etmiş halidir ve o irade olmadıkça varlığını sürdüremez. Devlet bizim dışımızda var olan değil, toplumu oluşturan bireylerin iradesiyle var olan bir siyasi organizma ve toplumdan meşruiyet aldığı ölçüde kalıcı olabilecek bir idari mekanizmadır. Şeyh Edebali’nin ilkesini yeniden yorumlayarak diyebiliriz ki insanı, onun temel haklarını ihmal eden veya ikincil konuma indirgeyen hiç bir devlet baki olamaz.
– Partimizi Türkiye’nin her yerinde birinci parti kılan toplumsal kapsayıcılık ve ilişkiler ağında da ciddi bir daralma yaşandığı gözlenmektedir. Son seçimlerde alınan neticeler Cumhur İttifakı olarak dahi sahil kesimlerinden koparak İç Anadolu ve Karadeniz’e doğru daralan bir siyasal etkinlik alanına sıkışmakta olduğumuzu göstermektedir. İç Anadolu’da ise ittifak-içi dengenin partimiz aleyhine değişmekte olduğu bir vakıadır. Bu coğrafi ve toplumsal destek daralmasının gerek söylem gerekse eylem düzeyindeki sebepleri üzerinde titizlikle durulmazsa bu daralma bir siyasi kıskaca dönüşecektir.
– Bu toplumsal destek daralmasını durduracak en önemli faktör bulundukları sosyal doku ile kaynaşmış ve kritik süreçlerde dinamik bir rol üstlenmeye hazır bir teşkilatın varlığıdır. Ancak son dönemde 15 Temmuz’daki milli direnişe bedenlerini ortaya koyarak öncülük eden il başkanlarımızın ve teşkilatlarımızın metal yorgunluğu gibi muğlak ifadelerle küstürülerek devre dışı bırakılması teşkilatlarımızın derin vicdanında ciddi bir yara açmıştır.
– Öte yandan, genel ve yerel seçimlerle halktan doğrudan yönetme yetkisi almış kişilerin parti kurullarında ve belediye meclislerinde atılan adımlarla önce yetkilerinin daraltılması sonra da doğrudan veya dolaylı itham ve baskılarla görevden ayrılmak zorunda kalmış olmaları siyasetin kurumsallaşmasına zarar verdiği gibi milli iradenin üstünlüğü ilkesine ve partimizin sosyal doku ile irtibatına da ciddi darbe vurmuştur.
– Partimizin en önemli kurucu ilkelerinin başında ortak akıl arayışı gelmektedir. Partimiz, kurumsal istişare mekanizmaları ve ortak akıl arayışı sayesinde birçok çetin krizi aşarak milletimizin teveccühüne mazhar olmuştur. Ancak, maalesef son dönemlerde, ortak aklın işletilmesine imkân veren AK Parti kurulları ve istişare mekanizmaları ya tamamen devreden çıkmış ya da tek bir görüşün onay makamı haline gelerek işlevini yitirmiştir. Bu çerçevede, partimizin kurumsal yapısı, teşkilatlarımızdan gelen önerilerin siyasete yansıtıldığı gerçek işlevine yeniden kavuşturulmalıdır.
– Milletin gözyaşı, emeği, aklı ve yüreği ile kurulan partimiz ve ülkemiz, hırslarına esir düşmüş dar ve çıkarcı bir çevrenin ikbal kaygılarına terk edilemez. Bu çerçevede, vakit kaybetmeden, partimizin kurumsal yapısı güçlendirilmeli, istişare ve ortak akıl mekanizmaları etkin bir şekilde çalıştırılmalı, teşkilatlarımız asli niteliğine ve işlevine kavuşturulmalı ve milletimizle olan bağımız tevazu temelinde yeniden inşa edilmelidir.
– Ayrıca, ittifak siyaseti partimizi dar bir siyasi dile ve kimliğe hapsederek, ülkenin her bölgesini ve toplumun her kesimini kucaklayan özgün duruşumuza zarar vermiştir. Bu çerçevede, partimiz seçim sonuçlarını doğru analiz ederek ittifak siyasetini gözden geçirmelidir. Farklı siyasi partilerle ülkemizin ortak gündemi konusunda yakın işbirliği geliştirilirken, partimizin özgün siyasal kimliği ve felsefesi de korunmalıdır.
– Özetle bugün partimiz her açıdan bir yenilenme ihtiyacı içindedir. Seçimsiz geçmesi beklenen dört yıl böylesi bir yenilenme ihtiyacı için gerekli zamanı sağlamaktadır. Bu dönemde AK Parti kökten bir yenilenme süreci yaşarsa kaybettiği söylem ve politika dinamizmini yeniden kazanabilir. En önemlisi de hızla kaybetmekte olduğu moral üstünlüğü tekrar elde edebilir. Bu büyük tarihi mirasın ve emanetin fani kişiliklerimizden bağımsız olarak sahipsiz kalması beklenemez.
Ülkemizin geleceği açısından bakıldığında ise, şu hususlardaki kanaatlerimi paylaşmayı gerekli görüyorum.
– Seçimlerde yarışanlar düşmanlar değil, siyasi rakiplerdir. Kazanan ise sandıktan kim çıkarsa çıksın milletimiz ve demokrasimizdir. Bu sonuca saygı duymak da herkesten önce siyasilerin görevidir. Beka endişeleri demokrasiyi askıya alma heveslerinin gerekçesi olamaz. Aksine devletimizin bekasının temeli demokratik meşruiyettir.
– Beka söylemi ile rakip partileri düşmanlaştırmanın, siyasi rekabeti aşan kutuplaşmaların nelere sebep olabileceğini ne yazık ki Ankara’da aslında hepimizi birleştirmesi gereken bir şehit cenazesinde gerçekleşen çirkin saldırıda yaşadık. Ana muhalefet liderine dönük bu saldırıyı bir kez daha kınıyor, herkesi demokratik düzen içinde hareket etmeye ve kutuplaştırıcı siyasi söylemlerden uzak durmaya davet ediyorum.
– Milletlerin huzuru, devletlerin bekası ve toplumların düzeni için en temel unsur ortak aidiyet bilincidir. Hepimizin her an zihnimizde tutması gereken en temel gerçek şudur: Türkiye Cumhuriyeti, 82 milyon vatandaşın ortak iradesinin ve sahiplenmesinin eseridir. Dolayısıyla, insan onuru ile taçlandırılan Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı kimliği taşıyan hiç kimse hiç bir makam ve güç sahibi tarafından tahkir edilmemeli; inancı, cinsiyeti, engeli, dili, ırkı, siyasi düşüncesi, felsefi anlayışı ve hayat tarzı sebebiyle ayrımcılığa maruz bırakılmamalı, herhangi bir şekilde nefret söylemine muhatap kılınmamalıdır.
– Yakın tarihimizde ülkemizin ve milletimizin geleceğini tehdit eden en hain girişimi 15 Temmuz gecesi durduran güç milletçe gösterdiğimiz onurlu direniştir; bu direnişi nihai zafere taşıyacak olan ise bu yargı sürecinde adalet terazisinin doğru işletilmesidir. Bir hakim ve savcı hüküm verirken ya da iddianame hazırlarken davanın mahiyeti ve nihai adalet ölçüsü dışında hiç bir kaygı taşımamalı ve hiç bir müdahale veya telkine maruz bırakılmamalıdır.
– FETÖ ile tavizsiz verilmesi gereken mücadelede farklı kişilere farklı kriterler uygulanması, yürütülen mücadeleye zarar vermektedir. Bu konuda hukukun en temel ilkesi olan ‘suçların şahsiliği’ ilkesi özenle korunmalıdır. Bazı durumlarda, örgüt okullarında okumuş, kardeş ya da akrabaları örgütün ve darbe sürecinin önemli elemanları arasında olan kişilerin en üst düzey devlet görevlerine atanmasında sakınca görülmezken alt düzey bir memurun yakınlarından birinin yine alt düzey bir ilişkisi sebebiyle işten çıkarılması kamu vicdanında FETÖ ile mücadele konusunda soru işaretleri oluşturmaktadır.
– Türkiye’nin sivil, demokratik ve bütüncül bir anayasa ihtiyacı her zamankinden daha fazladır. Sistem değişikliğini içeren son anayasa değişikliği paketinin TBMM’ne sunulmasından hemen sonra kaygı ve önerilerimi sözlü ve yazılı olarak Sayın Cumhurbaşkanımıza da arz etmiştim. Ne yazık ki geçen sürede yaşadıklarımız bu endişelerimi haklı çıkarmıştır. Üzülerek belirtmeliyim ki yeni sistem, hem yapılanması hem de uygulama tarzı itibariyle milletimizin beklentilerini de karşılamamaktadır. Bu çerçevede, sistem değişikliğine ilişkin ciddi ve samimi bir muhasebe yapmamız gerekmektedir.
– Kuvvetler ayrılığını garantiye almak üzere, yasama erki yürütme ve yargı erkleri karşısında dengeleyici bir otonomiye sahip kılınmalıdır. Bu çerçevede seçim sistemi ve siyasi partiler kanunu da tekrar gözden geçirilerek tek tek milletvekillerinin temsil gücü tahkim edilmeli ve yasama süreci içindeki etkinliği güçlendirilmelidir.
– Bu muhasebe çerçevesinde ele almamız gereken bir diğer konu devlet mimarisinin yeniden tanzimi meselesidir. Devlet, daimiyetini sürdüregeldiği teamüller ve kurumlar üzerinden tarih sahnesine yansıtır. Bu teamüllerin ve kurumların değişen şartlara göre yeniden tanzim edilmesi tarihin doğal akışının getirdiği bir zorunluluktur. Bu tanzimde süreklilik-değişim dengesinin özenle korunması gerekir. Bu dengenin süreklilik lehine bozularak ihtiyaç duyulan değişimin geciktirilmesi statükoculuğa ve donukluğa yol açarken, dengenin değişim lehine bozulması devlet yapısının yaz-boz tahtasına dönmesine yol açar, devletin daimiyetini zaafa uğratır.
– Devlet yeniden tanzim edilirken statükoculuğa dayalı kurumsal asabiyet terk edilmeli, ancak kurumsal kültür ve hafıza özenle korunmalıdır. Bu tanzim, konjonktürel, keyfi ve ani kararlarla değil, devlet tecrübe birikimini ve zamanın gerekliliklerini göz önünde bulunduran ve ortak aklı harekete geçiren bir basiret içinde gerçekleştirilmelidir.
“Psikolojik kopuş”
– Demokratik başkanlık sistemlerinde gözlendiği gibi Cumhurbaşkanının parti üyeliğine sahip olması bir sorun teşkil etmemekle birlikte genel başkanlık görevinin de aynı kişi tarafından yürütülmesi hem devlet işleyişi hem parti kurumsallaşması açısından sakıncalar doğurmaktadır. Cumhurbaşkanı’nın seçimlerin birinci derecede tarafı olarak seçim ortamının gerektirdiği yoğun ve çoğu zaman da sert siyasi polemiklere girmek durumunda kalması, devlet geleneğimiz içinde toplumun tüm kesimlerine eşit mesafede durması gereken Cumhurbaşkanlığı kurumunun toplumun en az yarısı ile psikolojik bir kopuş yaşamasına yol açmaktadır.
“Partili cumhurbaşkanlığı uygulamasında sıkıntılar var”
– Bu çerçevede, yeni sistemin en asli unsurlarından biri olarak görülen partili cumhurbaşkanlığı uygulaması mevcut Cumhurbaşkanımızın şahsından bağımsız olarak yeniden değerlendirilmeli ve Cumhurbaşkanlığı ile parti genel başkanlığı görevlerinin bir arada yürütülmesinin doğurduğu sakıncalar giderilmelidir.
– Devlet mimarisinde kurumsal nitelikli yatay iletişim ve dikey hiyerarşik ilişkilerin yeniden tanımlanması, siyasi/teknokrat kimlikler ve işlevler arasına sıkışmış görünen bakanlıkların sistem içindeki rolünün açıklığa kavuşturulması, yeni ihdas edilen politika kurullarının devlet mimarisi içindeki konumlarının belirlenmesi gibi hususlar netleştirilmedir. Bütüncül bir tasavvura ve estetik bir işleyiş mekanizmasına sahip olmayan devlet mimarisinin kalıcı olması mümkün değildir.
– Ancak, bu mücadele sırasında özgürlük-güvenlik dengesinin hassas ölçülerine özen gösterilmesi yürütülen mücadelenin geniş halk kesimlerince benimsenmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Farklı görüş beyanının terörle özdeşleştirilmesi ve siyasi farklılıkların ihanetle anılır hale gelmesi hem milli birliğimize zarar vermekte hem de kriz dönemi algısının süreklilik kazanması üzerinden demokrasiye, siyasete ve ekonomik hayata büyük darbe vurmaktadır.
– Güvenlik endişelerinin son yerel seçimler sonrası kamu görevinden olağanüstü hal şartlarında mahkeme kararı olmaksızın ihraç edilenlerin ellerinden seçme ve seçilme gibi anayasal bir hakkı dahi almaya evrilmesi kabul edilemez. Böylesi bir keyfiliğin uzun vadede idari kararlarla nasıl yanlış uygulamalara sebep olabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Anayasa herkes için temel bir metindir, keyfi şekilde yorumlanamaz.
“Düşünce özgürlüğü sonuna kadar korunmalıdır”
“Basın özgürlüğü demokrasimizin bağışıklık sistemidir”
– Özgür düşüncenin, eleştirinin temel unsuru olan ve gelişmiş demokrasilerde dördüncü kuvvet olarak nitelendirilen basın ise tek elden yönetilen bir propaganda aracı haline gelmiştir. Gerçek basın özgürlüğü demokrasimizin bağışıklık sistemidir. Bunu yok etmek, usulsüz ve baskıcı metotlarla basında tekelleşmeye yönelmek Türkiye’nin zihni kapasitesini daraltmaktadır.
– Bu çerçevede, güvenlik konusundaki kazanımlarımızı kaybetmeden özgürlük alanlarının genişletildiği yeni bir özgürlük-güvenlik dengesi kurulmalıdır.
– Sivil toplumun gücü yüksek binalarda değil derin vicdanlarda tecelli eder. Katılımcı demokrasi, sivil toplumun siyaset kurumunu meşru yöntemlerle ve şeffaf bir biçimde etkilediği ve kamu yönetimini denetlediği bir ortamda gerçekleşir. FETÖ gibi gizli yapıların devlet gücünü gayrimeşru biçimde ele geçirmek amacıyla siyaseti vesayet altına almaya çalışması da devletin sivil toplumu güdümü altına alarak araçsallaştırması da demokrasiye zarar verir. Sivil toplumun devlete eklemlenmesi ve farklı kaygılarla görüş beyan edemez hale gelmesi sivil toplumun ruhunu ve vicdanını yok etmektedir.
– Bir devletin yönetim etkinliğinin en öncelikli şartı siyasette ve kamu yönetiminde ehliyet ve liyakat unsurlarının esas alınmasıdır. Bunun aksine kamu yönetimde hısım ve akraba kayırmacılığının yaygınlaşması her türlü yozlaşmanın ve güç zehirlenmesinin hem en önemli sebebi hem de en çarpıcı göstergesidir. Bu yozlaşmanın yaygın bir nitelik kazanması rasyonel denetim mekanizmalarının işlemesini de imkansızlaştırır. Siyaset kurumunun ve bürokrasinin rasyonel işleyişi için, yakın akrabalık ilişkisine sahip olanlar devlet yönetiminde ast-üst hiyerarşisi içinde yer almamalı, personel alımlarında kişinin kökenine, bölgesine ve şehrine odaklanılmasının önüne geçilmeli, istisnai atamalar açık ve şeffaf bir şekilde belirlenmelidir.
– Diğer taraftan özel alanda kalması gereken aile ilişkilerinin kamusal ve resmi alana yansıtılması da hem aile hayatına zarar vermekte hem de hukuki sorumluluk alanının dışına taşan ilişkilerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Siyasetçilerin ve kamu görevi yürütenlerin aile mensupları devlet imkanlarından yararlanmada ne özel bir ayrıcalığa sahip olmalıdır ne de yıpratıcı bir eleştiriye muhatap kılınmalıdır.
– Siyasi etikle ilgili bütün bu konuların en kesin çözümü şeffaflık ilkesinin toplumsal hayatın her alanına egemen olmasıdır. Şeffaflık ahlaki bir ilke olma yanında FETÖ ve benzeri her türlü vesayet girişimini engellemenin de en temel vasıtasıdır. Hangi amaçla olursa olsun, her türlü darbe girişimini engelleyecek en önemli unsur sivil toplumdan devlet kurumlarına, şirket yapılarından hayır kuruluşlarına, yerleşik geleneksel basın mecralarından sosyal medyaya kadar hayatın her alanında şeffaflığı egemen kılmaktır.
– Bu çerçevede kamu kaynaklarının denetime açık bir şekilde kullanımı, kamu imkanlarının kişisel çıkar ve şöhret için kullanılmaması ve kamu görevi üstlenenlerin özel hayatlarındaki ekonomik faaliyetler ile yürüttükleri kamu görevleri arasında çıkar çatışmasının olmaması gibi temel ilkeleri de kapsayan siyasi ahlak, şeffaflık, siyasetin finansmanı ve imar rantlarının vergilendirilmesi yasaları acilen çıkarılmalıdır. Böylece, siyasi ahlak kuralları, şahsi yoruma ihtiyaç hissedilmeyecek ve kişilerin şahsi ahlak anlayışlarına terk edilemeyecek şekilde tanımlanmalı ve güçlü teamül ve kurallarla tahkim edilmelidir.
– AK Parti’nin toplum nezdinde teveccüh görmesinin arkasında yatan en önemli başarı alanlarından biri ekonomi politikaları olmuştur. AK Parti 2002 yılında iktidara geldiğinde; ekonomide art arda yaşanan krizler toplumu umutsuzluğa sevk etmiş, kişi başına milli gelirimiz on yıl öncesinin seviyesine gerilemiş, dış politikadan güvenliğe kadar birçok alanda Türkiye’nin hareket kabiliyetini sınırlamıştı.
– Ekonomide sağlanan göz kamaştırıcı başarının temelinde güven duygusunun yeniden tesis edilmesi yatıyordu. Bugün ne yazık ki bu alanda da geçmiş dönemde ulaştığımız seviyenin çok altında olduğumuzu görmekteyiz. Bunun en çarpıcı örneği ise 2018 yılındaki ABD doları cinsinden kişi başına milli gelirimizin 2007 yılındaki seviyesinin altına gerilemiş olmasıdır. Toplumun bütün kesimleri ekonomideki kriz ortamını bizzat yaşarken bu gerçeği inkâr etmek, yönetime olan güveni sarsmaktan başka bir şeye yaramaz. Yaşanan ekonomik krizi, varlığını inkâr ederek yönetemeyiz.
– Görüntüyü kurtarmak için zaten zor durumda olan kesimleri suçlayıcı ve buyurgan bir dil kullanmak, piyasa kuralları içinde oluşması gereken dengeleri baskı uygulayarak piyasaya rağmen oluşturmaya çalışmak, Türkiye’nin kalkınması için yararlanması gereken küresel yatırımcıları ürkütmek ise kesinlikle kaçınılması gereken çıkmaz yollardır. Vatandaşlarımızın ekonomi yönetiminde devletten beklediği, kavga ve huzursuzluk değil işini, aşını ve refahını korumasıdır.
– Ekonomik başarı için ön şart hukukun üstünlüğünün hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde sağlanmasıdır. Rekabetçi bir ekonomi ve girişimci dostu bir yatırım ortamı ancak öngörülebilirliğin sağlandığı, kuralların herkese eşit uygulandığı ve mülkiyet hakkının güvence altına alındığı bir ortamda kurulabilir. Bu ise yargının tarafsız, bağımsız, hızlı, etkin ve hepsinden önemlisi evrensel hukuka uygun işlediği hukuk devletinde mümkündür.
– Partimizin ekonomi felsefesi kurulduğu günden beri kurallı serbest piyasa ekonomisi olarak belirlenmiştir. Serbest piyasa ekonomisi, devletin ekonomiye doğrudan ve keyfî biçimde müdahale etmediği, fiyatların arz ve talep tarafından belirlendiği bir yapıdır. Son dönemde ekonomi yönetiminde alınan kararlarla serbest piyasa ilkelerinden uzaklaşılmaktadır. Piyasa ekonomisinde devlet ancak nesnel ve genel kurallar koyarak ve bu kurallara uygunluğu denetleyerek ekonomiyi yönlendirir. Denetim bağımsız, tarafsız ve nesnel ilkelere bağlı olmalı, asla bir baskı aracı ve tehdit unsuru olarak kullanılmamalıdır. Bu çerçevede bankaların mevduat ve kredi politikalarına doğrudan müdahale çözüm getirmez.
– AK Parti’nin ekonomik başarı hikâyesinin önemli bir bileşeni de geçmişte ekonomide kurumsallaşmayı sağlamış olmasıdır. Son dönemde devlet kurumlarındaki görevlendirmelerde ehliyet ve liyakat ölçütleri yerine başka özelliklerin tercih edilmesi, kamu kurumlarında kurumsal hafızanın ve kültürün korunmasını imkânsız hale getiren keyfîliklerin yaşanması kurumsallaşmaya büyük zarar vermiştir.
– Kamu maliyesi milletin devleti yöneten kadrolara emanetidir. Toplumun genelinde son dönemdeki uygulamalarla, kamu yöneticileri hakkında israf ve aşırı gösteriş algısı oluşturan bir manzara sergilendiğini büyük bir üzüntüyle gözlemliyorum. Öte yandan faiz dışı kamu harcamalarında kaydedilen artış ve buna bağlı olarak ortaya çıkan bütçe açığının bir seferlik gelirlerle saklanmaya çalışılması da güveni sarsmaktadır. Kamu harcamalarında şeffaflık ve hesap verebilirlik en güçlü biçimde hayata geçirilmelidir.
– Ekonomi ile ilgili kararlarda açıklanan verilere duyulan güven olmazsa olmaz bir unsurdur. Ne yazık ki son dönemdeki bazı uygulamalar verilere olana güveni sarsmaktadır. Dahası ekonomik verilerin gerçek durumu tam, doğru ve eksiksiz yansıttığına olan güven sarsılınca, piyasada “arka kapı operasyonu” olarak adlandırılan şeffaflıktan uzak yöntemlere başvurulduğuna ilişkin haberler ve spekülasyonlar yayılmaktadır. Bu ise döviz kurlarında ve faizlerde aşırı dalgalanmalara yol açmakta, üreticilerimizin bin bir zahmetle sağladığı kazanç, çalışanlarımızın alın teriyle elde ettikleri gelir bir anda yok olup gitmektedir. Ekonomi yönetiminde dürüstlükten büyük sermaye, itibardan büyük kredi olmaz. Ekonomi yönetiminin işleyişi acilen bu düstur doğrultusunda yeniden yapılandırılmalıdır.
Sonuç olarak şunu vurgulamak isterim ki son yıllarda yaşadığımız güçlü meydan okumalar karşısında şimdi yapmamız gereken, zihinlerimizi özgürleştirmek, psikolojilerimizi yenilemek, toplumsal bağlarımızı güçlendirmek ve ortak geleceğimiz konusunda atılması gereken adımları atmaktır. Partimizin yöneticilerini ve ilgili kurullarını bütün bu konuları ve gelecek vizyonumuzu aklı selim ve soğukkanlılıkla değerlendirmeye, partimizin vefakar ve fedakar tabanını umutsuzluğa düşmeden vakur bir duruşla ve sebatla geleceğe hazırlanmaya, kanaat önderlerimizi, aydınlarımızı ve her siyasi kesimden vatandaşlarımızı ortak vicdanımız, ortak aklımız ve ortak irademiz temelinde ortak geleceğimizi belirlemek için omuz omuza vermeye davet ediyorum. Gün devlet aklını, insan onuru ve millet vicdanı ile buluşturma günüdür.”
Ahmet Davutoğlu